Senkron
Ne anlama geldiğini bile bilmediğiniz birkaç kelime eşinizi öldürmenize sebep olabilir mi?
Her zaman gittiğiniz alışveriş merkezinin otoparkına girdiğinizde, kendinizi bir anda Brezilya’da bir tarlanın ortasında yapayalnız bulsaydınız ne yapardınız?
Son bir yılda kaybolan yolcu uçakları sizce neredeler? Günümüz teknolojisinin bu kadar aciz kalması size de garip gelmiyor mu?
Kendinizi güvende hissettiğiniz o çelik kafesten dışarıya çıkıp gerçekleri keşfetmeye cesaretiniz var mı?
SENKRON 1. BÖLÜM
“Az sonra açıklayacağım şey dünya hatta evren hakkında bildiğiniz bir çok şeyi değiştirecek.” dedi Profesör. Önünde duran notlara baktı.
“Biliyorum” diye devam etti. Hafif aşağıya indirdiği gözlüklerinin üstünden konferans salonundaki yüzlerce kişiye gözünü dikti.
“Hepiniz -üniversiteler ve bilim- hakkında uzunca bir vaaz dinleyeceğinizi düşünüyorsunuz ama ben size başka bir şeyden bahsedeceğim. Seminerin onur konuğu olarak böyle bir şımarıklık yaptığım için de beni mazur görün lütfen. Fakat inanıyorum ki; hepiniz anlatacaklarım bittiğinde, bu plansız konuşmanın neden şimdi yapıldığı konusunda benimle hem fikir olacaksınız. Ya da diğer bir ihtimal; erken yaşta bunadığımı düşüneceksiniz.”
Salonda gülüşmeler oldu, ben ise gergindim. Belli etmemeye çalışsam da, daha evvel hiç hissetmediğim kadar heyecan kaplıydı bedenim. Kalbim her atışında sanki göğüs kafesimi parçalamak ister gibiydi. Profesör sakince mendilini çıkarıp terleyen alnını sildi, kuruyan boğazı için küçük bir yudum su aldı bardaktan. Anlatacakları için bu konferansı seçmesi akıllıca bir karardı. Bu kadar önemli insan ve basın mensubu bir arada ve kameralar kayıttayken, bu işi halletmek en doğru ve güvenli yoldu.
Bu sefer olacaktı, beynimi kemiren sorular cevaplarına kavuşacaktı. Öyle umuyordum. Sonra birden Profesörün asistanının elini kaldırdığını gördüm, anlam veremedim.
“Efendim Mustafa?” dedi Profesör.
Asistanı ayağa kalktı, bir süre bekledi. Hepimiz gözerimizi dikmiş Mustafa’ya bakıyorduk. Profesör ise notlarına son kez göz gezdirirken cevap gelmediğini fark etti. Mustafa donuk bir yüz ifadesiyle yere doğru bakıyordu, buna da anlam veremedim.
“Bir sorun mu var?” diye sordu Profesör.
Mustafa sessizliğini sürdürdü. Aniden heyacanımın yerini korku almaya başladı. Adrenalini serçe parmak uçlarıma kadar hissedebiliyordum. Kulaklarımda müthiş bir çınlama, burnumda tarifi imkansız keskin bir koku ve ağzımda limondan dahi ekşi bir tat. Bir şeyler olacaktı, hem de en kötüsünden.
“Utebja reines tobiente. Tobiente reines utebja. Tuuso.” dedi Mustafa, gür bir sesle.
Dinleyiciler Mustafa’nın söylediklerinin hangi dilde olduğunu anlamaya çalışırken Profesör bardağı alıp kürsüye vurdu. Salon bir anda irkildi. Bardak kırılmadı. Profesör tekrar vurdu, bardak kırıldı. Katılımcılar ürkmüştü. Hafif uğultular yükselirken Pröfesör kırılmış bardağın keskin tarafını kendi boynuna dayadı ve çığılıklar eşliğinde şah damarından gırtlağına kadar kesmeye başladı. Kanı kürsüye sıçrıyordu.
Yere yığıldı.
Boynundan çıkan kan bir metre öteye fışkırıyordu. Donup kalmıştım. Çaresiz olanları izliyordum. Salondan dehşet çığlıkları yükseliyordu. Önde oturan genç bir adam Profesöre koştu. Ben de platforma doğru atıldım. Boğazını paramparça etmişti. Eliyle Profesörün boynuna bastırırken bağırdı genç adam.
“Ambulans çağırın!”
Profesörün bedeni istemsizce irkilip duruyordu. Adam tekrar bağırdı.
“Ambulans!”
Online Satış İçin
Buzdağı Kitabevi